Erkan Erdem yazdı: Tarımın kadın işçileri!

YAŞAM

“Şafak sökerken uyanan, elleri çatlak, ayakları toprakla iç içe geçmiş yorgun bir kadın düşünün. Belki adı Emine, belki Ayşe… Belki de hiç kimse. Çünkü kayıtlarda yok, yasada yok, sosyal güvenlik sisteminde yok. Olsa olsa, “ücretsiz aile işçisi” olarak geçiyor bir istatistik tablosunda. Çalıştığı tarlada, topladığı sebzede, sırtındaki yükte var ama resmi olarak yok. Türkiye’nin tarım sektörü, işte bu görünmeyen ellerin sırtında yükseliyor.

Ama gel gör ki, ne emeğin karşılığı var ne de geleceğe dair bir güvence.

Kayıt Dışı Çalışmak Kader mi?

Emine’nin hayatına biraz daha yakından bakalım. Sabah ezanıyla uyanıyor, çocuklarını giydirip hazırlıyor, sonra kendisi de tarlaya gidiyor. Domates, biber, araka patlıcan… Gün boyu eğilip kalkıyor, sıcağın altında çalışıyor. Ama akşam olduğunda cebinde bir kuruş bile yok. Çünkü “aile ekonomisine katkı” diye adlandırılan bu düzen, ona para vermiyor. Eşi, kardeşi, babası ya da patronu üzerinden, Emine’nin emeği zaten “aileye ait” sayılıyor.

Bu yüzden Türkiye’de tarım sektöründeki kadınların %96,5’i kayıt dışı çalışıyor. Yani, ne emeklilik hakkı var ne de sağlık sigortası. Ne hastalandığında gidecek bir hastane, ne yaşlandığında alacağı bir maaş.
Yıllarca ter döktüğü toprak, bir gün onu içine alacak ama geriye dönüp baktığında, devletin gözünde hiç var olmamış olacak.

Eşe bağımlı sağlık sistemi

Sosyal güvencesiz kadınlar, eşlerinin sigortası üzerinden sağlık hizmetlerinden faydalanabiliyor. Ancak bu sistem de birçok sakınca barındırıyor. Kadınlar, kendi sosyal güvenlik haklarına sahip olmak yerine, eşlerine bağımlı hale getiriliyor. Eşleri sağlık sigortasını kaybettiğinde ya da ayrıldıklarında, bir anda tüm haklarını da kaybediyorlar. Kendi emeğiyle geçimini sağlayamayan kadınlar, devlet güvencesi olmadan hastanelere bile adım atamaz hale geliyor. Bu bağımlılık döngüsü, kadınların ekonomik özgürlük kazanmasını engellediği gibi, sağlık hizmetlerine erişimini de kırılgan hale getiriyor.

Kadınlar Tarımdan Neden Kaçıyor?

Bir zamanlar Türkiye’de tarım, kadınların omuzlarında yükseliyordu. 2005’te kadın tarım işçileri, toplam istihdamın %48,8’ini oluşturuyordu. Bugün bu oran %18,3’e düştü. Yani kadınlar tarımdan kopuyor. Çünkü bu sektör onlara ne güvence sunuyor ne de insanca yaşam şartları.

Kadınlar, sigortasız ve düşük ücretli işlere mahkum edilince, kaçış yolları arıyor. Kimi tekstile, kimi ev işçiliğine, kimi büyükşehirlere gidiyor. Ama sorun şu ki, gittikleri yerlerde de sömürünün başka türleriyle karşılaşıyorlar.

Tarımın, toprağın, köylerin kadınlar olmadan sürdürülebilirliği mümkün mü?

Kırsalın Çöküşü: Kadınlar Gidince Ne Olur?

Bir köy düşünün… Eskiden sabahları kadınların sesi duyulurdu: Süt sağanlar, ekmek pişirenler, tarlaya gidenler… Şimdi o köylerde sessizlik var. Çünkü kadınlar gidince köyler de çöküyor.

Tarımın kadın emeğiyle ayakta durduğunu unutan bir ülke, kendi gıdasını bile üretemez hale geliyor. Bugün köylerde kapanan okullar, boşalan tarlalar ve kentlere göçen insanlar hep aynı gerçeği işaret ediyor: Kadın emeği olmadan kırsal kalkınamaz.

Ama tarım, “ailenin kadın iş gücüne” bedava bel bağlamaya devam ediyor. Kadınlar buna mahkum değil. Ama sistem, onları başka bir seçenekten mahrum bırakıyor.

Mevsimlik Kadın İşçiler: Göç Yollarında Tükenen Hayatlar

Tarımın en ağır yükünü sırtlananlardan biri de mevsimlik kadın işçiler. Onlar, yılın belli dönemlerinde tarlalara akın eden, sabahın köründe uyanıp akşama kadar güneşin altında çalışan, sonra da çamurun içindeki çadırlara dönen kadınlar. Çalışma saatleri belirsiz, ücreti düzensiz, güvenliği ise tamamen kaderine bırakılmış.

Güneydoğu’ nun çeşitli bölgelerinden gelen kadınlar, araka ve biber için Bursa’ya, pamuk için Çukurova’ya, narenciye için Akdeniz’e gidiyorlar. Göç yollarında çocuklarıyla birlikte sürükleniyor, erkek işçilerin aldığı yevmiyenin neredeyse yarısına çalışıyorlar. Ama bir sigortaları yok, dinlenecek bir alanları yok, çoğu zaman temiz suya bile erişemiyorlar.

Akşam olduğunda iş bitmiyor. Çadıra döndüklerinde yemek yapmaları, çocukları yıkamaları, hasta olanlarla ilgilenmeleri gerekiyor. Geceleri çadırlarının yanında bekleyen tehlikelerden bahseden yok. Hastalandıklarında hastaneye gidememeleri, hamile olduklarında bile tarlaya çıkmaları kimsenin umurunda değil.

Mevsimlik tarım işçiliği, kız çocuklarını da tarla sıralarına mahkûm ediyor. Sabahın ilk ışıklarıyla anneleriyle yola çıkıyor, okul yerine ağır işlere koşuluyorlar. Minik elleriyle sebze toplayan, sırtlarında çuvallar taşıyan bu çocuklar, geleceğe değil, yoksulluğun döngüsüne hazırlanıyor. Yoksulluk ve güvencesizlik annelerinden miras kalıyor.

Türkiye’nin en yoksul işçileri arasında yer alan mevsimlik kadın tarım işçileri, sadece güneşin altında ter dökmekle kalmıyor; aynı zamanda görünmez, güvencesiz ve sömürünün en acımasız haliyle yüzleşiyor. Peki ya bir gün onlar da gidip başka işler aramaya başlarsa? Tarım, bu yok sayılan kadın emeği olmadan ayakta kalabilir mi?

Kadın Tarım İşçilerinin Sağlık Faturası: Çalışırken Ölenler

Kadın tarım işçileri, her gün pestisitler, kanserojen tarım ilaçları ve kimyasal gübreler ile iç içe çalışıyor. Çoğu, bu maddelere karşı hiçbir koruyucu ekipman olmadan, çıplak elle temas ediyor. Pestisitler solunum yoluyla vücuda giriyor, ciltten emiliyor, yıkanmadan tüketilen ürünlerle sindirim sistemine ulaşıyor.

Buna bir de yakıcı güneşin altında, 40 dereceyi aşan sıcaklıklarda, susuz ve aşırı eforla çalışmayı ekleyince, kadın tarım işçileri için bu iş yalnızca geçim mücadelesi değil, aynı zamanda sağlığı tüketen bir süreç haline geliyor.

İleri yaşlarda karşılaşılan kronik hastalıklar, kanser, solunum yetmezliği, erken yaşlanma ve kas-iskelet sistemi rahatsızlıkları, bu emeğin bedeli olarak ödeniyor. Ancak sigortasız ve güvencesiz oldukları için, sağlık hizmetlerine erişimleri de sınırlı. Yani bu sistem, sadece emeklerini değil, yaşamlarını da tüketiyor.

Mevsimlik işçilerin güvensiz araçlarla taşınması sonucu yaşanan kazalar da tarımın görünmez ölümleri arasında. Ne çalışma koşulları düzeltiliyor ne de işçilerin sağlık hakları güvence altına alınıyor.

Bu Düzeni Değiştirmek İçin Ne Yapılabilir?

Öncelikle kadınların sigortasız, güvencesiz çalıştırılmasını engelleyecek düzenlemeler yapılmalı. İşverenlere, kadın işçileri kayıt altına almaları için teşvikler verilmeli.

Kooperatifler desteklenmeli. Kadınların bir araya gelerek, emeğini doğrudan pazara sunabileceği modeller kurulmalı. Kendi ürettiklerini satabilmeleri sağlanmalı.

Kadınlara yönelik eğitim programları artırılmalı. Haklarını bilmeleri, seslerini yükseltmeleri için araçlar sunulmalı.

En önemlisi de, toplum olarak kadın emeğini “aile içi katkı” ya da “gönüllü çalışma” olarak görmeyi bırakmalıyız. Çünkü bu, sadece kadınları değil, ülkenin tarım sektörünü de çökertiyor.

Görünmez Emeği Görünür Kılmak

Kadın tarım işçileri, görünmez ama vazgeçilmez. Onların emeği, soframızdaki ekmeğe, tarladaki ürüne, kırsalın ayakta kalmasına hayat veriyor. Ama devletin kayıtlarında, yasaların korumasında, toplumun vicdanında hâlâ yoklar.

Bu düzen, onların sırtından gıda sektörünü ayakta tutuyor. Ama kadın emeğini yok sayarak sürdürülebilir bir tarım mümkün değil. Çünkü onlar olmazsa, kırsal çöker, üretim düşer, gıda krizi derinleşir

“Gölgesi tarlada, sesi rüzgârda kaybolur.”

Emine, Zeynep ve ismi bilinmeyen binlerce kadının emeğini görünür kılmak, sadece bir vicdan meselesi değil. Bu, toprağa düşen elleri tutmak meselesi. Çünkü eğer biz onları tutmazsak, bu ülkenin geleceği de avuçlarımızdan kayıp gidecek.”

-Erkan Erdem

Etiketler: Erkan Erdem, Kadın işçiler, tarım

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.